Gurbette bir şehri özlemek….

Standard

Gurbette bir şehri özlemek….

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam, 
Uykudan uyandırsam seni: 
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten. 
Vapur düdükleri ötmededir. 
Etraf alacakaranlık, 
Köprü açıktır henüz. 
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam…

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren. 
Dağ başında beş on haneli köyler, 
Telgraf direkleri yollar boyunca 
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden, 
Uyanıp uyanıp yine dalmışım. 
Biletim üçüncü mevki, 
Fakirlik hali. 
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, 
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım..

Ver elini Haydarpaşa demişiz, 
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl, 
Hava hafiften soğuk, 
Deniz katran ve balık kokulu 
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya, 
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam, 
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden. 
Saçların dağınıktır, mahmursundur. 
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim, 
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam, 
Uykudan uyandırsam seni, 
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten. 
Fabrika düdükleri ötmededir.  (*)

Güneş ve bayraklar yolculuyor beni şehrimden bu sefer… Upuzun görünen kısacık on günün finali çok da keyfli olmadı açıkçası.

Başım dönüyor, yorgunluktan diyorum. Tansiyon aletini getiriyor biri, siktirins gidins lütfen diyorum kibarca. Eloğlu ne anlar ayrılıktan gurbetten, her gel gitin şu yarım akıllıda yarattığı travmadan?

Başım dönüyor, yorgunluktan diyorum. Kahve sigara içme diyor biri. Dinliyorum. Hadi bir kahve yap kendine diyor bir başkası, onu da dinliyorum… Evde çaktırmıyorum başımın döndüğünü ama beceremiyorum. Birşey yedin mi diye soruyorlar. Hatırlamıyorum…  Kahvaltıyı kastederek evet diyorum. Sonra açım diyorum çok açım….

Başım dönerken uyuyakalıyorum dişlerimi sıkmamaya çalışıyorum bayılakalmadan önce…

Bayrak, polis, panzer, endişe… Taksi şöförü bağıra çağıra kürtçe konuşuyor telefondakiyle.. Ben de ermenice. Anlıyorum ben seni diyorum aklımdan ama yüksek sesle düşünüyorum belki duyar diye… Sonra aniden bize dikiz aynasından bakıp ‘Havalar da ısındı’ diyor… Evet diyorum çok ısındı aniden… Sonra oğlumun, memleketine kesin dönüş yapan filistinli okul arkadaşı düşüyor aklıma. ‘Nereye gitti Obaida?’ diye sorduğumda, oğlumun yavuklusu ‘tam nerede evi bilmiyorum ama orası sıcakmis, hep çok sıcakmış’ demişti… 6 yaşındaysan hayat sana guzel kuzucuk… Sıcakmış…

O muhabbetle Bakirköy’ü geçmişiz. Gelik’e selam çakmayı unutmuşum. Öcalan sokak uzakta kaldı. İki fahişeye kiralandığı için gece gündüz kapısında kuyruk oluşan evde yıllar önce geçirdiğim güzel günler geliverdi aklıma birden. En son 2002 yazıydı bir kahve içimliği uğramıştık… Hey gidi günler hey… Kim derdi ki… Neyse…

Hayat sürüyor, dünya dönüyor, birileri, o dönen dünyanın, akan hayatın ortayerinde, kimsenin göremediği bir noktada takılı kalmış, oturmuş duruyor. Dünya dönüyor, o duruyor. Hayat akıyor, o duruyor. Kimse görmüyor, kimse duymuyor, hisseden hiç ama hiçkimse. Ama O biliyor. Durakalmış bekliyor. Beklenen o gün gelmeyeceğinden, dünya durmayacağından ve hayat da akmaktan vazgeçmeyeceğinden, çaresiz durakalmış, kalakalmış ve hatta nefes almaktan vazgeçivermiş…

Üzül dur şimdi bir gün daha olaydı diye… Hep bir gün eksik kalıyor. Ya da her seferinde ben biraz eksiliyorum. Eksilmek neyse de gittikçe yoksullaşıyorum ya, işte ona yüreğim dayanmıyor.

Takıldı dilime yol boyunca: Son arzun nedir diye gelip de bana sorsalar…

Ekim 2011

(*) Bir Gün Sabah Sabah – Turgut Uyar

Leave a comment