Özlendin Sarkis

Standard


image

İnsan söyleyeceklerini bitiremeden yaşayamaz. Yapacaklarını bitirmeden ölememek gibi bir şey, tıpkısının aynısı. Şimdi bizim peder beyi anmaya toplaştınız ya, işte o yapacaklarını bitiremediği için ölemiyor bende, bense, daha söyleyeceklerimi bitiremediğim için yaşayamıyorum. Ama haticeyi rahat bırakınca, o toprağın altında, ben üstünde… O huzurlu, ben huzursuz… O sancısız, ben sancılı… Yine haticeye geri dönsek iyi olacak galiba…

Gözlerinin içi gülerdi mutlu olduğunda. Sesi titrerdi keyiflenince, heyecanlanınca nefes almadan uzun süre konuşabilirdi. Gurur duyduğunda ise dudakları kıvrılırdı belli belirsiz. En çok gezilerinden, Dersim’den, Agos’tan, yemekten ha bir de torunlardan konuşurken sesi titrer, yüzünde bir gülümseme yapışır kalır, susmayı bilmezdi suskun adam. Ve en çok da dik durmayı sevdi hayatı boyunca. Ne eğildi, ne büküldü, ne doğrusundan saptı, ne de utandı 80 yılda. Sövmeyi severdi, övmeyi değil. Sezarın hakkını sezara verirdi ama, hak yemedi, yenildiğini gördüğünde de yedirmedi. Hatırşinastı. Küçük büyük farketmez, hatırı olanı ömür billah unutmazdı…

Amaaan kime anlatıyorum ki, aranızda O’nu benden uzun süredir tanıyanlar var, çokbilmişliğin yeri hiç değil. Sadete gelelim…

Çaresiz, kelimesiz kaldığımda kraliçe yani Sezen Aksu yetişir hep yardımıma. Nefesime nefes, kifayetsizliğime kelam olur birkaç dizesiyle. İşte tam da vakti gelmiş demek ki Sezme’nin…

“Beni sorarsan şahitsiz suçlar gibiyim,
Kınalı kanadı kırık kuşlar gibiyim,
Yazı gelmemiş upuzun kışlar gibiyim,
Unutulmuşlar diyarında düşünüyorum…”

Yok hayır, suyunu çıkarmayacağım konunun. Analım bari, o ki anma gecesi…

Gidişinde bizi en çok hırpalayan etkenlerden biri sanırım ani oluşu. Evet, bir trafik kazası veya bir kalp krizi misali değil, ama bir canın mum gibi bu kadar hızla erimesine seyirci kalmak zordu. Ama ne erime… Adam ölürken bile ne gururundan, ne azminden, ne duruşundan bir şey eksiltmedi. Dağ gibi dururdu hep, dağ gibi gitti, yıkılmadan, kırılmadan, kırmadan. Çekmeden, çektirmeden, tüm asaletiyle, dağ gibi duruşuyla… Azimliydi… Yaşatırız sandık; torunla kandırdık, yaşgünüyle kandırdık, elimize yüzümüze bulaştırdı planlarımızı, azimle kafasına koyduğu gibi gitti alel acele…

Çok öngörülüydü. Yanıldığına çok ender şahit olduk. Öngördüğü gibi oldu her şey. Ve sustu giderken. Ömrünü konuşmaya adamış bir adamın susması hayra alamet değildir aslında. Anlayamamışız…

Hani kendisi için ermiş mermiş denirdi arasıra. Yok be, değildi ermiş mermiş. Çok bilgiliydi, çok okurdu, çok bilirdi sadece. Siz asıl son haftasında görecektiniz ermeyi. Adam yolda görse yolunu değiştireceği adamları yanına buyur etti. Pazarda limon satsa, müşteri diye kabul etmeyeceği adamın elini sıktı. Ateist adam, her gelenin duasını kabul etti. Nasılsın diye soranlara “park diroç” dedi. Evet zerafetinden olabilir. Gideceğini hisseden birinin kimseyi kırmak istememesi de olabilir. Ama bence bu, kocaman bir “ermiş”likten başka birşey de değildi… Erdi, eridi, bitti, gitti… Muzip anıları, gülen gözleri ve dede sakalı kaldı gözlerimizin önünde, yüreklerimizin en derininde

“Gitti cancağazım gitti, bitti son İstanbul…”

Hep beklenmedik yerden vurulur ya insan… Hani o kadar çalışırsın, sınavda çalışmadığın yerden gelir sorular; o kadar hazırlanırsın bir panele, hazırlıksız olduğun yerden yakalar adamı bir konu; ya da o kadar alıştırırsın kendini birilerinin yokluğuna, alışmadığın yerden yersin darbeyi… İşte öyle bi’şey bu da… Beklemediğim bir anda, beklemediğim bir şekilde, beklemediğim bir konumda… Elim kolum bağlandı, dilim kilitlendi, yüreğim burkuldu; kala kala hicran kaldı bana, bize… Demişler ya, ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı… Olmayaydı eyiydi be…

15 yaşlarında olmalıyım. Adadayız. O yaz, yurt dışından gelen gençler uyuşturucu madde kullanıp artıkları deniz kenarlarına atıyorlarmış. Mahallenin büyükleri de birbirini uyarmış “aman çocuklara dikkat edin” diye. Bizim peder aldı beni/bizi karşısına. “Bakın, içecekseniz söyleyin, sigaranızı, çakmağınızı ben vereyim, gizli saklı yapmayın”. Sadece 1 cümle. O bir cümleyle yaşı 27 ettim. Sonra bir gün aldım sigarayı, çakmağı, salonda oturdum yanında yaktım, içtim, söndürdüm çıktım. Az laf ederdik birbirimize, hemen de anlardık birbirimizi. Zor da olmazdı.

Kalıbından umulmayacak kadar zarif bir adamdı. Yalaka olduğu alenen bilinen birinin adı geçtiğinde dahi ağzını açmadığını bilirim mesela. Sırf “eski iş arkadaşı”na ayıp olmasın diye. Bir kez sabrımın taşını çatlatıp isyan ettirdiğinde bu duruşu, bana sadece “ayıp olur” dedi. O günden sonra sustum. Keşke hepimiz bu kadar az lafla çok şey anlatabilseydik…

Kızıyorlar bana ölüsünü bile rahat bırakamıyorum diye. Ben onu rahat bırakmıyorsam o da beni rahat bırakmadığı için, gıcıklığımdan değil ya… Sürekli rüyamda, sürekli hayatta, rüyalarıma, bilincimin altına bile kabul ettiremiyorum ki yokluğunu, yaşamıma kabul ettirebileyim… Becerebilen beri gelsin, allahını seven öğretiversin yoklukla yaşamayı kıvırabilmeyi, ben beceremiyorum çünkü… Ama lafı Sezen’e veriyorum…

“Bilirim sonu var bunun
Bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun
Çaresi bulunur bilirim her sorunun”

Işığıyla kalın siz yakınında, aydınlatmaya devam etsin yokluğunda da herkesleri…

O’nla kalın, O’nla yaşayın, yaşatın lütfen…

Özlemle, sevgiyle,
Garine

 

 

image

Leave a comment