Babalar Günü

Standard

Benim babam hepinizin babasını döver!

*

Geceleri üşüdüğümüzde üzerimize itina ile örtülen yorgan gibi, bizi herdaim ısıtan, sarılıp sarmalayan, sevgisi hep yakınımızda yamacımızda.

Bizi koruyup kollarken şu hayatta ve ötesinde, hatamız ne olursa olsun hep yanımızda olacağına güvenerek şımarıp aştığımız haddimize rağmen, O, hem en kadim dostumuz, hem kalp kırıklıklarımız ve herdaim kalp atışlarımızdır.

Güvendiğimiz, sevdiğimiz, sert, güçlü, topla tüfekle devrilmez, tanıdığımız ilk adam…

Yeryüzünde varoluş sebebimiz…

İyi ki varsınız, iyi ki babamızsınız…

Gününüz kutlu olsun…


* * *

Küçük Kızlar ve Babaları

(Karin Karakaşlı)

Küçük kızlar için babaları bir ilahtır. Şöyle bir başlarını kaldırırlar ve kendilerine göre kocaman kalan o bedeninin omuzlarına göz dikerler. Bir gülüşle halledilir işleri. Hop, bir de bakmışsın, göz açıp kapayıncaya kadar babaların omuzlarında yükselmişler. Tünedikleri sevgili omuzdan gördükleri o ferah manzarayı hiç ama hiç unutmazlar.

Baba oyuncudur, naz çeker. Gün boyu çocuğuyla, ev işleriyle, iş hayatıyla, koşturmalarıyla bunalmış ve yorgun düşmüş annenin pes ettiği yerde devreye girer ve kapris çeker. Baba, sokaktır, dışarsıdır. Merak uyandıran, keşfedilecek olandır.

Baba sabırlıdır. Gaz sancılarının, kulak ağrısının, mide bulantısının halinden anlar. Uykusuz gecelerin kahramanıdır, göğsüne yaslandın mı, acıların dinmez ama katlanmayı öğrenirsin…

Babamla bir cuma gecesiyle oturmuş yetmişli ve seksenli yılları toplumsal çalkantıları ve sıradan insanların küçük hikâyeleriyle ekrana taşıyan “Çemberimde Gül Oya”yı izliyoruz. Ama tuhaftır, o dizinin sahnelerinin peşi sıra bizim yıllar önceki babakız halimiz beliriyor. Kimse görmüyor, biz paylaşıyoruz yeniden o anları, tıpkı yaşanırken yaptığımız gibi.

Ekrandaki dizide Romen tankeri İndependenta patladı. Ortalık mahşer yeri. Devir kötü, herkes yine bomba patladı zannediyor. Biz de öyle sanmıştık. Babam üzerime atmıştı kendini. Çünkü evlerin camları patlıyordu. Mühürdar sahilleri böyle nasiplenmişti o kazadan. Sonra o tanker günler boyu yanmış, babamla el ele o tankeri seyretmiştik. Korkunun içindeki güvendi babam. Beni dünyanın kötülüklerine karşı koruyacak olandı. İki yandan örgülü saçlarımla resmimi çekmiş tankerin önünde. Bir anda çekilen ve çekilmeyen tüm fotoğraflarımla çocukluğum belirdi ekranda. Birbirimize baktık, gülümsedik. Hepsi bu. Aynı anda aynı sahneleri paylaşmıştık yeniden, kimselerin ruhu bile duymamıştı.

Bu aralar küçük kızlığımı ve babamla yaşadıklarımı bu denli anımsıyor oluşumun eski günler nostaljisiyle hiçbir ilgisi yok, hatta babamla ve benimle bile bir ilgisi yok. Daha ziyade ondan bana geçen tarifsiz bir duygu ve birlikte yaratılan benzersiz bir ortamla ilgisi var. Pazar günleri elimde çamaşır makinesinin hortumu, üzerimde annemin sabahlığından bozma sahne tuvaletimle ağırlıklı olarak Ajda Pekkan, Sezen Aksu şarkıları, türkü, kanto, çocuk şarkıları ve reklamlardan oluşan repertuvarımı sabırla dinleyen ve bana eşlik eden babam… Çarşı, pazar gezilerimin yoldaşı… Hep aynı yerlere gittiğimiz halde her seferinde yeni bir şeylerle eve döndüğüm, adına hayat dersi denen…

Çocuk halinle anneni, babanı, aile üyelerini kan bağından dolayı içgüdüsel olarak seversin. Sonradan araya daha nice insan ve yıl girdikten sonra onları sevmen ve sayman ise artık bir tercihtir. Tanıdıkça yeniden ve yeniden sevdiğim saydığım babama bakıyorum birlikte diziyi seyrederken ve bana nasıl da orada anlatılan gibi tertemiz bir dünya kurduğunu düşünüyorum… Dedikodudan nefret etmeyi, çalışmayı, hakkıyla kazanmayı, düşünmeyi, karşındakinin onurunu gözetmeyi ve nicesini öğrettiğini… Bedeli kimi zaman insanın kendisini enayi gibi hissetmesi olsa da…

İnsan kendi yaşadıklarını, sanki en doğalı buymuş sanıyor. Ama pencereden bana el eden, özel günleri güzelim el yazılı kartlarıyla yaşatan bir baba aslında kendi biricik insani özellikleriyle yerini buluyor yüreklerde.

Şansıma ona “baba” diyebilmek nasip olmuş bana. On birimde banyoda bayıldığımda beni kendime getiren kimse, otuz küsur yaşımda kusarken sırtımı ovan, “Geçiyor kızım, korkma” diyen odur. “Çemberimde Gül Oya”nın güllerinden biri, hikâyesini benim anlattığım babam… Kızın olmak nimetmiş, sağ olasın.

(17 haziran 2005)

 

* * *

Günün Kutlu Olsun “SARKİS HAYRİG”

“Bana bir masal anlat baba….”

(Garine B. Seropyan)

Baba dediğin güçlü bir çınar gibi olmalı. Hani öyle ki, sırtını O’na dayadığında dünyanın hakkından gelebileceğini hissetmelisin. Anne yüreğimiz, duygusallığımızken baba mantığımız, aklımız, fikrimiz, muhakeme yeteneğimizdir. O yüzden, anneler günü duygularla kutlanırken, mantığın firar ettiği coğrafyamızda, babalar günü, aynı babalar gibi, ‘ağır abi’ modunda kutlanır.

Masal yerine yaşanmış göç hikayeleriyle büyümüş bir babanın, bebeğine Pamuk Prenses’li, Sindrella’lı masallar anlatabilmesi ne kadar imkansızsa, o babanın, dinlediği göç hikayelerini, çocuklarına masal niyetine anlatabilmesi de o kadar imkansızdır. Bu yüzden o bebe büyüdüğünde, eni konu ‘yaşını aldığında’, dedelerinin “göç” hikayelerini gazetelerden, röportajlardan öğrencektir.

Aynı şekilde babasız büyümüş bir çocuğun nasıl bir baba olacağını tahmin etmek zordur. Yani, önünde rol modeli olmadan da olur mu? Olur… Olur…

Benim, bana peri-prenses masalları anlatan bir babam yoktu. Döneme has bir özellik olmalı, her baba gibi işe gider, işten yorgun dönerdi. Bizim için yaptıklarını anlayabilmemiz için büyümemiz gerekiyormuş. Bir insan, hayallerindeki, onu mutlu eden“iş”i ancak çocukları büyüyüp kendi ayakları üstünde durabildiğinde yapmaya başlayabilmişse (tamam, ancak o zaman önüne o kapı açılmış olduğundan olabilir, ama kader kısmet bile vaktini bekler şu hayatta ya), o “rol modelsiz” babayı nerelere sığdıracağını bilemez insan evladı. Yani, günümüzde o kadar bilgi kaynağı, canlı örnek, kitap, ansiklopedi (vikipedia?) varken, hakkıyla becerilemeyen babalık, vakti zamanında, kaynaksız, örneksiz, hakkıyla yerine getirimişse fazla söze ne hacet?

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “HRAYR HAYRİG”

(Shirak Shahrikyan)

Babam, Bolsetsi Kamaçar Hrayr Varbed! Onun tek amacı vardı, biz olmak! Varbet Hrayr takım ile çalışırdı, takım arkadaşı alt kattaki Sarkis Dayday’dı. Ikisi birlikte, o dönemin Sovyet Ermenistanı’nın İstanbul Büyükelçiliği’ydiler. Büyükelçiliğin ofisi de kalorifer dairesiydi. Kalorifer dairesine, o zamanlar mazot ile çalışan kazanın memesini temizlemeyi bahane ederek Sarkis Dayday’la beraber inerlerdi hanımlara çaktırmamak için. Sarkis Dayday’la beraber kamança çalar, konyak içerlerdi kalorifer dairesinde. Bunlar cok guzel anılar, ama bir de kötü huyları vardı sabahları zamane Reno12’si ile işe giderler ve Kumkapı’da pastırma yerlerdi. Manuşak Tantig sinir küpüne dönerdi. Keşke o günler geri gelebilseydi de Manuşak Tantik sinir küpüne dönseydi yine. İstanbul’a Hayasdan’dan birisi mi geldi? Aramaya gerek yok: ya 3. ya da 4. kattadır.

Shirak ve Hrayr Shahrikyan

Hey gidi günler… Anuşaburlar kat kat dolaşır, Roza Yaya torniglerin yaramazlıklarından usanır çıkar yukarı…. İşte renkli hayat bu, işte güzel hayat bu, işte özlenen hayat bu, bu sadece bir iki satir… Ya yazmaya kalksam? Vahbabam vah…

Özel günler olurdu… Sarkis Dayday babamın sevdiği sucukiçi köfteye bayılırdi. Mamam süper yapardı. Önce Garine ile haber gelirdi: “Babam çağırıyor Hrayr Dayday, slayt bakacağız”. Babam da mamama ” Suzan, Sarkis sucukiçi köfte istemiş, inelim de seyredelim” derdi…

Babam tek kelime ile basit anlamda “BABA”ydı. Elinde çalgısı, tbrots tbrots gezerdi. Niye? Biz biz olalım, biz biz kalalım diye… Ancak biz aynı şekilde olamıyoruz, dedim ya yazımın başında, babam takım adamıydı ancak zamane hayatta takım arkadaşı bulmak zor.

Hrayr ve Antranik Shahrigyan

Ama olsun, Hrayr Hayrig, im sireli Hayrig, yerkıd hnçum e, sazıd nvakum e, Sayat Novad torniket yerkum e, du hankisd kni, Ko jarankordnerd ko anunı partsr en pahum. Naye torniket inç gse: “Yes Antranikn em, Bolsetsi Kamançahar Hrayr varbedi tornikn em!”


*

Blog Sahibinin Notu: Güzel insandı vesselam…İsmiyle müsemma Hrayr daydayim, öyle ateş parçası dediklerimizden değildi belki ama siz onu bir de eline kamançasını aldığında görecektiniz. Küçük bir iki detayı belirtmeden geçemeyeceğim. Hrayr dayday kuruluşundan itibaren Maral’da, sahnenin sol alt köşesinin ayrılmaz bir parçası oldu. Kamança’sını bir yana bırakırsak, şahane bir komşu, şahaneden de öte bir keyf insanıydı. Küçükken az atımız olup bizi sırtında taşımadı. Bir de pusetle çocuk dolaştırma anıları var da, babalar gününde yeri gelmişken anlatmak lazım ama aile sırlarını ifşa etmeyelim diye susacağız mecburen. Deştikçe hatıraları, aklına geliyor işte insanın eski günler… Bir elinde kamançası öbür elinde Shirak, gelirdi bize gündüz vakti. Benden az küçüklerin bugünlerde azıcık ilgililerse Knar’dan, değillerse Demet Akbağ’dan duydukları Aman Ağavni türküsünü çalar, rahmetli Roza Yaya’ma da söyletirdi. Sonra mı? E bırakın keyfin devamı da bizde kalsın… Ha bi de… O ki kendi de baba oldu, Shirak Hayrig, Շնորհաւոր հայրերու օր:

* * *

Günün Kutlu Olsun “FERMAN HAYRİG”

(Zümrüt Toroslar)

Kendisini gerçek anlamda tanıdığımda sanırım 8-9 yaşlarındaydım. O zamana kadar pek algılayamadığım, daha doğrusu BABA olarak neler beklediğimi bilmediğim yaşlardı. Çocukluk döneminden çıkıp gençlik dönemine doğru gidişte ise bana ters gelen bir sürü sertlikleri, tabuları ve prensipleri vardı. Babamla, annemle olduğum kadar yakın olamadım hiç. Onu çok sevdim ama sevgimi asla gösteremedim; o da gösteremedi. Biliyordum ki hepimizi çok severdi ama ifadesi yetmiyordu belki de; o da benim gibi beceremiyordu…Ben hiç babamdan “Seni seviyorum kızım”ı duyamadım, babama “Seni seviyorum baba” diyemedim… Hep sert bir babam oldu ama bildiğim tek şey o sert görünüşünün altındaki yufka yüreğiydi ve biliyorum ki o bizi çok sevdi, seviyor ama söylemedi söyleyemedi ve söyleyemeyecek… Babam varsın bana sevgisini göstermesin, onun varlığını hissetmek bile bana güç veriyor.

Ben keşke demek istemeyenlerdenim….Seni çok ama çok seviyorum babacığım iyi ki benim babamsın…..Hayata tutunmamada, zor günlerimde ayağa kalkabilmemde hep senin varlığının verdiği güç vardı. Senin gibi bir babam olduğu için her yerde göğsümü kabarttım amasanabunu hiç söyleyemedim. İşte şimdi söylüyorum seninle gurur duyuyorum. Ferman Toroslar’ın kızı olmak bana gurur veriyor.

Babalar günün kutlu olsun Baba’cığım………

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “BARTEV HAYRİG”

(Arev Garyan)

Բեմը գեզմով ճաձչցայ: Կը յուսամ թէ կեանքս բեմը կը շարունակեմ: Շնորհաւոր հայրերու օր:

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “KRİKOR ELMAYAN HAYRİG”

(Rupen, Lerna, Tamar)

Kezi şad gı sirenkgor.

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “KRİKOR DAMADYAN HAYRİG”

(Artun Damadyan)

Nıman Sire Iznıman yur. Mart gi sire ir nımanı desnel yew amenen lav arargan e hayelin.Hayelin gi tsolatina amen inch arants pohelu. Hayelin ughigh yew cişmardakhos.Surp Krikin ays khoski mez gi hisetsine desnel mer nimani nerknabes. Hayris teyew ardakinov gi ninmanink iraru nayew ir pohantdaz kideliknerov gisgisi nımalil nerkini. Shad darineru.

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “NUBAR HAYRİG”

(Yeraz Opan)

Her ne olursa olsun bendeki yerin hep aynı kalacak. Çünkü biliyorum ki yaptıklarımızın sonucu ne olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin birbirimizi hep affedicez. Bendeki yerin inan çok farklı çünkü var olmamdaki etmenlerden biri de sensin. İyi ki varsın, babalar günün kutlu olsun…

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “VARTKES HAYRİG”

(Pilibbos Hergel)

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “PÜZANT HAYRİG”

(Sarin Akbaş)

*

* * *

Günün Kutlu Olsun “VELİ BABA”

(Feraye Saçılık)

Benim güzel bi babam var benim tatlı bi babam var o bana çok iyi bakar bab bab bab bab bab babam benim yakışıklı babam.

Henüz anlatacak kadar anı biriktiremedim hoş biriktirmiş olsam da anlatacak kıvama gelmedim o yüzden annemi aracı olarak kullanacağım.

Şimdilik hatırlayabildiğim bana kocaman gülümseyen gözlerin, babacığım biliyorum gülümseyişinle hep yolumu aydınlatacaksın. Biliyorum ki aklının yüreğinin duruluğu hayatı çok daha güzel çok daha farklı algılamama ve yaşamama neden olacak.

Sana, anneme, vatanıma, dış kapının mandalına değil; dünyaya, kendime, insanlığa hayırlı bir evlat olacağım. Bu yolda çabalarken senin hayat mücadeleni kendime klavuz yapacağım.

Şu genç yaşıma (ki henüz bir buçuk yaşındayım) rağmen uzun cümleler kurmak beni çok yordu şimdilik satırlarıma son veriyorum.

Hım bide benimle oynadığın oyunları, parka götürmeni, benimle şarkı söylemeni, annemin kızmasına rağmen suyla oynatmanı bi de külüstür yeşil bisikletimi çok seviyorum seni de çok seviyorum ve hep seveceğim canım babacağım. Seni çok öpüyorum.


* * *

“Hem var, hem yok olan babalara“

(Anjel Dikme)

“Bir çocuğun, annesiz babasız geçen her bir günü, aynı zamanda bir anneyle babanın çocuksuz geçen bir günü. Yokluğun özlemi karşılıklı.” demiş Elif Güney Pütün, “Bir odadan bir odaya” adlı kitabında.

Dünyaca ünlü bir sinemacı, tüm yüreklere taht kurmuş, kurabilmiş insanın, bir baba olarak kızının yüreğinde iyileşmeyecek yaralar açıp, bir ömrü bu yaraların açılışına sebep nedenleri anlayıp iyileşmeye çalışarak geçirmesine neden olabileceğini bir kez daha görüyorsunuz.

En zoru budur; ‘Varken’ ‘Ol(a)mayan’ babalara sahip çocuklar olarak yaşamak…

Ne mutlu; dördüncü boyuta gitmiş babalarını güzel anılarla hatırlayabilenlere…

Ne mutlu; yokken bile hep olan babalara sahip olma şansına sahip olanlara…

‘Varken’ ‘Yokluğunu’ yaşamak bir babanın; içinizde hep yaraları kanayan bir çocuk bırakır yaşamların izdüşümlerine…

Çocuk hıçkırıkları duyulur derinden derine ruhlarının…

Avutulmak, teselli edilmek, onaylanmak, gurur duyulmak, sevilmek isterler doyumsuz…

Kim severse sevsin, o olupta olmayan babanın yerini alamayacaktır bu sevgili, dost, arkadaş,kardeş, ana…

Babalar gününüz kutlu olsun…

*

* * *

Aradığınız kişiye ulaşılamıyor…

(Yerçanik Donikoğlu)

Bugün her sese ve hatta kıpırdayan yaprak hışırtısına dahi kapalıyım.
Sadece bir ağızdan çıkanına açığım tek bir ağızdan…
Birine özgü hep almak istediklerim,yapmak istediklerim.
Bugün sana ne alsam diye düşünüyorum.
Ama;bunu her sene bugüne özgü düşünüyorum…
Ve nihayetinde düşüncemle kalıyorum.
Kıskanç değilim.
Fakat; el ele tutuşan her baba ve çocuğunu kıskanıyorum.
O resimde geçmişe ait olan ikimizi görüyorum.
Elimden tutup gezdirdiğin yerler, sahil kenarında sen balık tutarken kovaya eğilip,ellerimi içine daldırdığım ve yakalamya çalıştığım en gümüşünden istavritler…
Birden uyanıyorum sen ve benin yerini başkaları almış.
Tutulan eller başka, gösterilen şefkat, ilgi neredeyse aynı ama…
”Elleriniz hiç ayrılmasın” diye haykırmak istiyorum adeta onlara
Gören ne derse desin.
Bugün yanına geliyorum her seneki bugünler gibi…
Hani düşünüyordum ya ne alsam diye…
Almakla sınırlı olduğum bir demet çiçek.
Almakla sınırlı olduklarım var evet ama yapmakla değil.
Sana olan sevgimi tekrar tekrar dile getirmekte mesela korkunç sınırsızım.
Bugünkü sınırlarım dünyevi olanlara…
Duymuyorum,görmüyorum bugün onları.
Dedim ya aradığınız kişiye bugün ulaşılamıyor
Ulaşmaya çalıştığım sen
Duymaya çalıştığım sen
Seninle konuşuyorum.
Ve diyorum ki; ”Babalar günün kutlu olsun baba!”

(http://pariyazarlar.com/yazi/aradiginiz-kisiye-ulasilamiyor.html)

* * *

Günün Kutlu Olsun “GARBİS HAYRİG”

(Garen Yakupyan)

GURURLA
UTANÇLA
SEVİNÇLE
Babalar günün kutlu olsun
Babacığım seni çok seviyorum

* * *

Günün Kutlu Olsun “HRANT HAYRİG”

“Benim Babam Senin Babanı Döver”

(Arat Dink)

Hokkosu Nora’yı tembihlemiş, o da çocuk ekonomisiyle lafı bu hale getirmiş. “mutlu sun baba”.

Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, göz hizası, parmak ucunda masa hizasına gelen bir peri, bir pazar sabahı, kahvaltı masasında, kelebek elleriyle dürtüp seni böyle “mutlu sun baba” derse, elbette önce “Tanrı’ının bir mesajı mı?” diye düşünürsün. Sonra her fırsatta düştüğün hayal dünyasından çıkar, “Şimdi bizim mutlulukla ne işimiz var dersin, ne demek istiyor bu çocuk”…

En sonunda düşen jeton boğazında düğümlenir; bugün babalar günü, ve ilk defa bir insan yavrusu, dilinin döndüğünce senin babalar gününü kutluyor ve ilk defa sen babasız bir babalar günü sabahı kahvaltı edenoğulsun. Gözyaşı merceği tuhaf çalışır, küçük Nora büyür, baba ufaldıkça ufalır. Islak bir ekmeği yemek tatsızdır ama düğümlenmiş bir boğazdan da böylesi daha rahat geçer.

Nora’ya tek bir şey demek geldi içimden: Benim babam senin babanı döver.

Daha ilkokul çağımdayken bile, arkadaşlarımın ağızlarını doldura doldura babalarından bahsetmelerinden hoşlanmazdım. Oysa senin hakkında anlatacak sağlam hikâyelerim vardı. İçimden, “Ulan benim babam var ya,benim babam” diye düşünür, ama ağzıma getirmez, sıramı savardım. Bir oğlun babasını anlatmaktan daha iyi şeyler yapması gerektiğine inandım hep. Biliyorum ki sen de, babasını anlatan bir oğul olmamdan fazlasını isterdin benim için. Oğullar babalarını yenmedikçe bir dünya nasıl ilerler… Katillerin aldıkları bir şey de çocukların babalarını yenme hakkıdır.

Ellinci gününde adını koyduğun hasadı kucakladım, geldim baba evine, “Baba elde var iki, bak işte Karuna” diyesi yüreğim, baba evinde baba yok, babam oy. Olaydın da göstereydim sana, çocuğun adı Nare mi olacakmış Karuna mı! Sen kazandın. Hasadı toprağından söküp kucağıma verdiğinde doktor, Nare daha öyle çamur, seni gördüm ilk, işte gözyaşı merceği, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken… “Eyvah!” dedim sonra, senin burnun bir kıza yakışır mı acaba? Nare’ye ilk bakışım öfkelidir. Yokluğunun üzerine inşa edilmiş her şeye öfke duyduğum gibi; çünkü bütün bunlar zamanı geri çevirmeyi zorlaştırıyor. Öyle saf, öyle canlı, öyle temiz karşımda duruyor. Tuhaf bir öfke ve aşkla bağlıyım ona, hem senden yadigâr, hem yokluğunu bana anımsatan, elimde bir düğüm. Çaldı kaçtı bir kere kapımızı ölüm. Yaşam her gün Nora’nın çıplak ayak sesleri, Nare’nin gülücükleriyle çalıyor kapımı. Torunların seni kardeşlerinle aldatıyor, ben yaşamla her gün aldatıyorum seni.

Senin babalar gününü hiç kutladım mı hatırlamıyorum. Elbette sana tek tük bir şeyler aldığımı, sana sarılıp öptüğümü, sakallarını yanağıma sürttüğünü, kaşlarını parmaklarıma doladığımı, çenendeki çukuru, yüzündeki her çizgiyi hatırlıyorum. Ama sana hiç öyle doğrudan gelip “Babalar günün kutlu olsun” dediğimi hatırlamıyorum. Bizim aile ilişkimiz hep uzak oldu böyle klişelerden, sevgi saygı sözcüklerinden, teşekkürlerden.

Bazı arkadaşlarım anlatmıştır, bildik hikâye işte; yaşları geldiğinde babaları bunları alıp Karaköy’de bir yere götürürlermiş. Gördün mü bak, ne babalar var. Oysa sen beni hiç kerhaneye götürmedin. Ergenliğimle ilgili tek hatırladığım şey, pipimle çok oynayıp oynamadığımı ara sıra sorman ve bunun makul düzeyinin ne olması gerektiği hakkındaki konuşmalarımızdır. Çok sonra bir gün aldın beni, “Hadi senin yaşın geldi” deyip Şişli Adliyesi’ne götürdün, hâlâ yargılanıyoruz.

Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, pireler berber, hukuk deve olmuş. Kötü adamlar etrafımızı sarmış, öyle kötü ki, kötülükleri çizilmiş karakterler olduklarını ele veriyor. O zamanlar okumuştum hayvanlar âleminden bir haberde: Maymunlar meğer konuşurlarmış, tehlike anında haberleşirlermiş; dört ‘pyot’ üç ‘hak’, buradan gitsek iyi olur demekmiş.

Pyot pyot pyot pyot
hak hak hak,
baba pyot, canım hak.

Artık zamanda geriye gitme konusunda umudum oldukça az. Zaten seninle son adam akıllı konuşmamız da bu konudaydı. Ben bu Aynştayn denen adamın zamanda ‘görelilik’ hikâyesini, çok çabalamama rağmen anlayamamış, sana sormuştum. Seninle evren hakkındaki o güzel konuşmalarımızdan sonuncusunu yapıyormuşuz meğer. Şimdi yavaş yavaş kanıksıyorum. Nora ve Nare koşuştururken, senin o uzun kaşlarına, ayakları takılıp düşemeyecekler, çenenin çukurunda yüzemeyecekler. Seninle hiç evren hakkında konuşamayacaklar. Keşke imkân olsa da, şimdi bütün klişelerle sana seslensem. Seninle gurur duyduğumu haykırabilsem, en çok da ‘kameraların karşısında gözyaşlarına hâkim olamadığın’ gün… Başkaları gibi, maçayı dik tutmak lazım diye düşünmeden, senin gözlerin dolarken, “İşte babam” dedim “işte babam, çırılçıplak insan”.

“Şahadetin kutlu olsun” diye haykırdı mezarının başında yüzbinler. Şimdi de:
Babalığın kutlu olsun, amen.

Kaynak: AGOS – 22.06.2007

* * *

Kaynak: AGOS – 22.06.2007

* * *

Babasızlar Günü

(Can Dündar)

Yalnızlar için Sevgililer Günü yazısı yazmışlığım var. Ama bunca yıl yetimler için Babalar Günü yazısı yazmadığımı fark ettim.

Fark ettim; çünkü artık ben de onlardan biriyim.

Bu, ilk babasız Babalar Günüm benim…

Oysa ne kadar da kalabalıkmışız.

Kundaktan itibaren üzerine gerilen kanatlardan mahrum kalmış, sessiz, savunmasız bir orduda askere alınmış gibi hissediyor insan…

Günün birinde herkesin gönülsüz kaydolacağı, mahzun bir yetimler ocağı…

O babasına sarılmış mutlu çocuklardan reklam panoları, evlatları babalarını sevindirme yarışına davet eden renkli alışveriş çağrıları, babayla geçirilecek mesut bir günün etkinlik duyuruları, “Babamı seviyorum” temalı duygusal köşe yazıları…

Meğer “babalılar”ın bu şenliği, “babasızlar”ın yarasına tuz ekermiş.

Geçen Aralık’ta babamı kaybettiğimde arayan Ahmet Davutoğlu, taziye niyetine bir hadisten söz etmişti:

Adamın biri Hazreti Peygamber’e gitmiş, nasihat istemiş.

“-Baban vefat etti mi” diye sormuş Hazreti Peygamber:

“-Etti, ya Resulullah” demiş adam…

Hazreti Peygamber, “Öyleyse sana nasihat olarak babanın vefatı yeter” cevabını vermiş.

Çünkü yaş almak, evden ayrılmak, evlenmek filan değil, babadan kopmak bitiriyor çocukluğu insan hayatında…

O büyük dayanaktan yoksun kalmak büyütüyor bir anda…

Çöken duvarın dibinde filizleniyor Ademoğlu aslında…

Yas günümde arayan Sezen Aksu, “Çocukluğun elinden alınmış gibi olursun şimdi” demişti.

Aynen öyle…

İnsanoğlu, evlatlığını da defnediyor babasıyla birlikte…

Önce tutamaksız kalmış gibi sendeliyor.

Sonra onsuz yürümeyi öğreniyor.

Ve ardından özlemin sonsuzluğu başlıyor.

İnsan, babası sağ iken bilemiyor, tahmin etse de konduramıyor:

“Bu, onu son görüşüm mü?”

“Elini son öpüşüm mü?”

“Yoksa son Babalar günüm mü?”

O yüzden son kezmiş gibi doyasıya görmek, öpmek, sevmek gerekiyor.

Öyle yapabildiğim için şanslı sayıyorum kendimi…

Bir süre önce mensubu olduğum ve istemeden koptuğum “babalılar” dünyasındaki kardeşlerime de bunu tavsiye ediyorum.

Yeni katıldığım “babasızlar alemi”ne gelince…

Herhalde bugün onlarla mezarlıkta buluşacağız.

Babalarımızın saçı yerine taşını okşuyor olacağız.

Benimkinde Cahit Sıtkı’dan bir şiir kazılı…

Babama, unuttuğu bir türküyü hatırlatan mısralar…

Bütün babalara armağan olsun:

“Öldük, ölümden bir şeyler umarak,

Bir büyük boşlukta bozuldu büyü…

Nasıl hatırlamazsın o türküyü,

Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,

Alıştığımız bir şeydi yaşamak…”

Kaynak: 19.06.2011 Milliyet

* * *

6 responses »

  1. Sireli Garine yes votch lavakuynn yem hayrerun votch votch al amenavadı payts ko sıkhrankı horıt hanteb dadzadz ko serıt mıdadzumnerıt aykebani mı dırvelik mıdadzvelik yev korkhırtadzutyan ararga tartsadz lavakuyn mıdadzumnerın u sırdi pıkhrumnern en.Hayrı sunn e ockhin hayrı sunn e ındanikin hayrı sunn e mer gyankin polor abrogh hayrerun yev antenagan antsadz hayrerun hamar ku mıdadzumnerıt gı pajnem yev djagadet gı hampurem vorbes HAY HAYR mı..Abris…PÜZANT AKBAŞ

  2. SEVGİLİ GARİNE…NE KADAR GÜZEL BİR SAYFA HAZIRLAMIŞSIN…ÇOK DUYGULANDIM…EMEĞİNE, YÜREĞİNE SAĞLIK……SEVGİLERİMLE…

  3. garine kuıyrik bu geceyarısı gözlerimi doldurdun ya helal olsun sana ellerine ve yüreğine sağlık

  4. Garine, sen ayni Garinesin ! Ne diyecegimi bilemiyorum, yillar da gecse degismeden kalmaktir maharet olan, sen o azlardan birisin, bravo kuyrigim…

  5. Sevgili Garine, seni sahsen hernekadar gormemis olsam da, ruhunu tanimis oldum , bu paylasmis oldugun sahane sayfa sayesinde agzina,yuregine,ellerine,emegine saglik,simdi sabahin 2;25 i ve gozyaslarimdan nasil ve ne yazdigimi da bilmiyorum, cunku ayni benim hislerimi kaleme almis bulundun ayni yazmanda sagolasin senailen seninle gurur duyuyordur bundan suphem yok,Sarkis aghparik ve Manusak kuyrige hurmetler ,bactigner.Benim rahmetli babam da (Ohannes) esi bulunmaz bir babaydi.

Leave a comment