Gurbette Arkadaş(sız)lık ve Bir(kaç) Veda

Standard

Herkes senin nasıl göründüğünü bilir;
Ama çok az insan nasıl olduğunu hisseder.
(Machiavelli)

Merhaba Arkadaş’ım…

Nasılsın? Ben? Bıraktığın yerde ve aynı bıraktığın gibiyim… Yorgun, argın, bıkkın, üzgün, sinirli, dengesiz, rahatsız ve her zamanki gibi yalnız. Bildiğin gibi herşey, değişmedi yani. Yani, birilerinin beni anlamasını ummaktan, bu konuda çabalamaktan vazgeçtim artık. Son kalem yıkıldı çünkü, biliyorsun. En son ihtimalim, son kendimi anlatmaya çalıştığım da beni şaşırtmayarak uzaklaştı benden çünkü. Sebebi bende olabilir ama belki de bu bir işarettir. Yani bu sebep bu kadar kısa değil de daha uzun bir süre sonra ortaya çıksaydı, şu yaşadığım uzaklaşma daha da acıtacaktı canımı. Şu an yaşadığım sadece azcık kırgınlık, üstüne bir tutam hayal kırıklığı ve bolca da yalnızlık (ki bu da benim tercihim olsun müsaadenle). Şaşkınlık? Hayır yok. Şaşıramıyorum artık bu gidişlere, biliyorsun. Daha yeni yaşadım birkaçını birden, aşinayım artık benden bu gidişlere ben. Canımı daha az acıtıyor gittikçe ama yine de her gidiş bir travma sebebi bende, sebepsizce, biliyorsun. Aslında yazdıklarımın muhtemelen hepsini biliyorsun ama umrunda mı asıl ben onu bilmiyorum…

Herşey bir yana da, nasılsın? Aslında benim hissettiğim, iyisin. Böyle daha iyisin sanki. Yazdım ya, ben birşeyleri tarümar etmeyi alışkanlık haline getirmişim. Kendimi, yakın çevremi, sevdiklerimi, sevenlerimi… Dağıtıp durmaktayim durmaksızın. Hayat beni dağıtırken ben bunun acısını etrafımdakileri dağıtmakla çıkarıyorum. Yok, öyle değil, kimseye birşey olmuyor. Netice itibarıyla iki önceki cümlenin son dağıtması aslında uzaklaştırmak manasında. Yoksa kimseyi, kimsenin hayatını dağıtabilecek bir güce sahip değilim, haşa! Dağılıyor etrafımdakiler çil yavrusu gibi, kaçışıyorlar zoru (yani beni) gördükçe. Bendeki dağınıklık hep baki ama. Dağıtırken etrafımı, ben etrafımdan, etrafımdakilerden daha da çok dağılıyorum gitgide. Toparlanamadan kümülatif bir dağılmanın sonu karşı yönden gelen bir tırın altına doğru kırmak direksiyonu, ama sen de çok iyi biliyorsun ki engelliyor beni birşeyler.

Yazmıştım sana, ben seni bırakamıyorum, iyisi mi sen beni bırak, huzurunla kal. Sağolasın iki kere söylettirmedin bana bunu. Hemencecik, şartlar da duruma çok uygun olarak olgunlaşınca şappadanak bırakıverdin beni yüzüstü. Evet ben istedim, hatta ‚biz’ istedik böyle olmasını ama aslında bu değildi gönlümden geçen. Sadece böylesinin daha uygun olacağını düşündüm ki sen de bunu reva görerek bize düşüncemi haklı çıkardın.

Benden gidenlerin benden bir ‚ah’ bile işitmeyeceğini iddia ederim hep. Hep böyle oldu en azından. Ne bir iğneleme, ne bir mesaj iletme, ne de bir içdökümü yaptım sonrasında. Uzaklaşanların artık benim dünyamda olmamalarını, bu dünya üzerinde olmamaları gibi algıladım hep. Onlar ölmüş gitmişti benden giderek ve yoklardı artık yeryüzünde. Hayır, dünya benim etrafımda döndüğü için filan değil; ben kendi dünyamın dışındaki dünyayı görmek istemediğimden.

Ayakların yere sağlam bastığı sürece herkes dostundur.
Lakin ufak bir sarsıntı savurur herkesi!
Bazen düşmelisin görmek için gerçek yüzleri…!

Etrafımdaki herşeyi çürüttüğüm gerçeğiyle yüzleştikçe hayat bana daha zor, daha yaşanamayası gelmekte. Hayatla kastettiğim kendi yaşadığım, yaşamaya çabaladığım ‘sikik’ hayat değil, aksine, varlığımla etrafıma verdiğim ‘rahatsızlık’. Yani ben kendi hayatımı çürüttükçe, etrafımdakilerin hayatını da berbat bir hale soktuğumu hissediyorum. Ahım derken kakım olması da bu yüzden işte.

Bedenimdeki yaralar iyileşmeden, ruhumun iyileştiğini, iyileşeceğini söyleyip bununla böbürlenmemin sonucu da dipten daha da dibe vurmam en sonunda. Dibin de dibi vardır ya, onun da dibi, tabiyatıyla, işte o en dibe doğru bir yoldayım. Aradaki başarısız çabalar az biraz yukarı çıkarmaya çalişsa da ruhumu, aslında dibe inişimi de hızlandırıyor. Yani, birileri elimden tuttukça, tutmaya çalıştıkça, ben elimi uzatır görünürken, aslında uzanan elleri itmek için çabalıyorum sanki. Ruhumdaki bu çalkantı, dibe batış halinin farkındalığı da gözüme sokuldukça (kendim tarafından) bu iş o kadar umutsuz bir hal alıyor ki anlatamam, görme(me)n lazım. Yani, demem o ki, bu dibe vuruşların, hatta dipten yüze çıkamayışlarımın tek sebebi ve sorumlusu benim. Yardım etmeye çalışanları da itina ve başarıyla(!) kendimden uzak tutarak, gerek ruhen, doğal akış olarak da bedenen…

Aslında güzel şeyler söylemek istiyorum ne yalan söyliyim. Yazıma, iyi ki varsın felan diyerek başlamak isterdim ama ona anca sıra geliyor. Biliyorsun ki, en dar, zor günlerimde, ki gurbete dönüşlerim zaten bir girdaba sokar beni, çıkmak isteyip de çıkamadığım, gittikçe başımı döndüren bir umutsuzluk silsilesiyle cebelleşme modunda olurum, hastanedeyken de, sonrasında da, sağolasın pek ihmal etmedin beni. Yine kendimden çok başkalarını düşünerek bu olayı yalnız atlatabileceğim yanılgısında kıvranırken ben, sen oralardan her an hal hatır sorarak, uzun gecelerin en zor saatlerinde manen yanımda olarak yükümü epey hafiflettin. Ben de ‘kötüyüm’ü dile getirerek, iyiyim oyununu sayende bir nebze de olsa bir kenara bırakıp olduğum gibi davranmaya fırsat buldukça sanki daha kolaylaştı herşey. Çünkü elimde eteğimdeki bir avuç insana ‘ben kötüyüm’ dedikçe onların daha kötü olacağını görmek, bencilce olacak ama, beni daha kötü yapıyordu. Bir kişiye bile diyerek hafiflemek, cidden kötü olduğumu dile getirmek, yani ‘lan bu benim işte ve kötüyüm’ çığlığını sessiz sessiz attırıyordu bana. Niye bir avuç insan kaldığını da söylememe lüzum var mı bilemiyorum ama aslında sebebi çok basit. Eğer bu bir avuç dışındaki insanlar beni cidden seviyorsa, bir yudum da olsa bana karşı iyi duygular besliyorlarsa, benim kötü olma halim onları üzecekti. Ha yok eğer bu insanlar iş olsun diye ya da kendi çıkarları için yanımdaysa, zaten benim kötü olmam onlara ya birşey hissettirmeyecek, ya ‘banane lan off yine mi bunalımda bu karı?’ dedirtecek, en kötüsü de kötü olmam gerçeğinden nemalanacak, buna sevinebileceklerdi. Bu sebeple, sevenleri, kıymet verenleri üzmemek, diğer çöplüktekileri de sevindirmemek adına tek başıma yaşamaya karar verdim bu kötü ruh halimi. İyi mi ettim kötü mü bilmiyorum. Daha doğrusu bu saklanmışlık bencillik miydi yoksa bilakis başkalarını haddinden çok düşünmem miydi ondan da emin olamıyorum hiç.

Şu anki ruh halim almış başını gidiyor. Malum tüm gün cebelleşiyorum. Kendim için nefes alma anım yok. Her nefes başkasına hayat vermek icin harcanıyor sanki. Yok etrafımdaki günahsızlar iyi vakit geçirsin, yok etrafımda(kilerde) huzur olsun, yok başkaları halimin kötü olduğunu görüp üzülmesin vs vs vs düşünceleriyle ben kafayı yemek üzereyim. Hatta yedim bile de belki ama haberim yok. Yani yaşadığım şu ‘sikik’ hayat, yeminle kendim için değil. Fiziksel olarak iyi hissetmeye çalışmamın biricik sebebi, ‘aman onlar beni kötü görmesin, aman onlar kendini kötü hissetmesin, aman birilerinin kulağına gitmesin, beni iyi sansınlar’ düşünceleridir ki sen bu düşüncelere çok da yabancı değilsin bildiğim, bildiğimi sandığım kadarıyla. Yani kısacası(!) cidden boktan bir durumdayım.

İnsan ne kadar yüreği temiz olursa olsun, birini/birilerini ne kadar severse sevsin, ona/onlara ne kadar değer verirse versin, karşılığında somurtkan bir yüzle karşılaştığında, iyiniyetinin sabır taşı çatlayabiliyor. Yani yanımdaki iyi insanlar ne kadar destek olursa olsun ben hala kötüyüm diyorsam, daha da ötesi, kendime ver(e)mediğim değerin acısını onları değersiz hissettirmekle çıkartıyorsam, etrafımdaki insanların azaldığını; yanımda olsalar dahi ‘iş olsun diye’ bu oyuna devam ettiklerini hissediyorum. Yani, bir tarafta yanımda olması şart olanlar var, ailem, anam babam, çocuklarım vb, bir de gönüllü yanımda olmaya çalışanlar var. Bu bir avuç insan grubu beni iyiye götürmeye çalıştıkça benim kötüye gitmem, kendime yaptığım kötülükten çok onlara yaptığım bir kötülük aslında. Bunun farkında olmam, farkında olarak buna devam etmem, ki isteyerek demiyorum, bile bile lades değil yani, sadece farkında olarak, beni de etrafımı da iyice boka batırıyor. Bari bırakayım da insanlar daha pozitif duygularla uğraşsın deyip elimi eteğimi çekiyorum herşeyden, herkesten.

Dedim ya, bir sen kaldın, kalmıştın daha doğrusu, bir iki de kadim dost etrafımda. Arayıp soranım bile o denli az ki, ki onlara da iyiyim oyununu o kadar başarıyla oynuyorum ki, kötü olduğumdan o kadar bihaberler ki, bazen, etrafımdaki günahsızlar olmazsa, bütün bir günüm bir kelime bile sarfetmeden geçecek, o kadar. Cıvıl cıvıl bir İstanbul 3 haftasından sonra (ki hiç yorgunluk hissetmeden 8 kapı yaptığım günler vardı, şahidimsin) böylesine bir yalnızlığın içinde olmaksa inan hayatı yapyaşanılmaz kılıyor. Bunun sebebi kimse değil, sadece ben’im. Düzeltmeye çalıştıkça battığımı hissedip artık düzeltmekten vazgeçtim, bildiğin akışına bıraktım. Nefes alabildiğim günün en huzurlu saatlerimde de, en değerli saatlerini bana ayıran(lar)ı bile tartaklamam da benim içinden çıkamadığım boktan ruh halime tuz biber oluyor. Yani günün tüm yorgunluğundan sonra gelmiş şurada iki satır geyik yapacakken birileri, her lafına bir kulp takmam, onların kibarlığından sustukları anlarda benim kabalığımdan konuşmam, onların laylaylom’larına benim höt lan deme hadsizliğini göstermem de bundan işte.

En iyisi, sen gel beni boşver „arkadaşım“, ben hayatı kimseye zindan etmiyim. Günün son saatlerinin içine sıçmıyım kimselerin. Hayat zaten yeterince zorken, birileri bana bir nefes aldırmaya çalısıyorken, ben kimsenin nefesini bu kötü ruh halimle daha da kesmiyim. Demem o ki, ben ne kadar becerebilirim bilemiyorum, ama gel sen beni boşver arkadaşım, bırak ben rakı masasında ya da facebook’taki sahte laylaylom ben olarak kalayım güzel, yaşanası hayatlarda. Bırak benim lanet ateşim bir beni yaksın, başka da kimseye dokunmasın.

Konuyu nereden nereye getirdim farkında bile değilim. Yazdıklarımı fazla okumadan, silmeden, düzeltmeden koyacağım buralara bir yerlere. Biraz beklerim, ruh halim düzelince silerim bu yazıyı olur biter, benim için de basit bir içdökümü olur, sonra güler geçerim diyemiyorum artık. Etrafımda zararım dokunacak, günlerini-gecelerini piç edeceğim insan sayısı ne kadar az olursa etrafa verdiğim rahatsızlık da o kadar azalır.

Sanırım zaman darlığından bu kadar dökülebileceğim. Şimdi çıkıp çocukları okuldan toplamam, öğlen yemeğini hazırlamam, sunmam, sonrasında onu oraya, bunu buraya götürmem, onu oradan bunu buradan almam, arada ders çalıştırıp mutlu mesut saatler geçirtmem, sonrasında başka biryerlere goturmem, yatırmam, uyuduklarından emin olduğumda da bitemeyen evişlerini bitirmem, hayatı ve evi yaşanabilir bir hale sokmam lazım. Tüm bu rutin işleyiş içinde kendime bir anım bile yok desem bilmem ne halde olduğumu anlayabilir misin. Anlayacağini ümit etmekten başka yapabileceğim bir şey de yok. Ve bana az biraz kendimi mutlu ettiren dost meclislerini de kendime çok görerek kendi hayatımı kendime zindan etmeyi tercih ediyorum. Gayet bilinçli, çok istekli olmasa da, olması gereken şeyin bu olduğunu düşündüğüm için mantıklı davranış bu. Ben batmışım, kendi kendime hayatı zehredeyim, kimseye bulaştirmayayım zehrimi diyorum, ozellikle de en yakınımdakilere… Sırların bende saklı, hep öyle kalacak; benimkiler de sende kalsın he mi?

Kib, öptüm, bye…

6 Haziran 2012

Leave a comment